12 Eylül 2014 Cuma

Bebek Yapım Bakım Onarım: Zeka Gelişiminde Oyuncakların Rolü

Orjinal yazı: Bebek Yapım Bakım Onarım: Zeka Gelişiminde Oyuncakların Rolü



Özellikle buraya kopyaladım bu yazıyı çünkü önümüzdeki yıllarda ailecek tekrar tekrar okuyup, hatırlayıp, uygulamaya çalışmamız gerekiyor. 

Bu arada Bebek Yapım Bakım Onarım blogu benim çok yararlandığım bir blog o yüzden diğer yazılarını da şiddetle tavsiye ederim.


------------------------------------------

Silikon vadisinin teknoloji dehaları çocuklarını içinde akıllı telefon ve pad olmayan okullara gönderiyorlarmış diye bir yazı okumuştum. 10 yaşına gelmiş, hala bilgisayar kullanmayı bilmiyor çocuklar. Ne mi yapıyorlar? Örgü örüyorlar mesela... Ama peki zeka geliştirmek için ne yapmalı? Hangi oyuncaklarla oynatmalı? 

Lafı uzatmayacağım. Oyuncaklar zeka geliştirmiyor! Daha doğrusu, geliştirdiklerine dair bir bulgu yok. Bunu da zaten iki dakika düşünsek farkedeceğiz. Çocuğun en iyi oyuncağı kendi bedeni ve etrafındaki insanlardır. Bol hareket araştırmalarla zeka geliştirdiği bilinen tek kestirme yol. O çocuk, o bedeni kullanmalı. Özellikle kız anne-babaları, size söylüyorum: çocuk koşmalı, hoplamalı, zıplamalı. Çocuğunuzun dizi, kolları, bacakları morluk ve yara bere içinde değilse, sokaktan döndüğünde kıyafetleri hala kuru ve temizse, muhtemelen çocuğunuz yeterince hareket etmiyor. Oyuncakların zeka geliştirdiğini bir türlü gösteremiyorlar, ama hareket etmenin zeka geliştirdiğini biliyoruz. Hatta çocuklar spor yaptıktan sonra zeka testi sonuçları yükseliyor. O derece yani... Spor dedimse, hoplama, zıplama, tırmanma, çocuğu terletecek ne varsa aklınıza gelen. Bedenini ev içinde yeterince kullanması mümkün değil. Sokağa çıkmalı. Parka gitmeli. Yorgunluktan tükenmeli. Zeka geliştiren aktivite budur. Hem okul zekasını, hem bedenini geliştirir, hem de oyun sosyal zekayı geliştirir. Elimden gelse, tüm çocukları alır dışarı çıkarır, doğaya götürürdüm.

Oğlumun ilk orman gördüğünde tam 4 saat aralıksız güldüğüne belki inanmazsınız. Kahkahalar atıyordu mutluluktan. Hangi aktivite bu kadar mutlu edebilir bir çocuğu? Çocukların oyuncaklara ihtiyacı yok aslında. Almayın demiyorum. Ben de alıyorum. Ama oyuncak basit olmalı. Ne kadar elektrikli, ışıklı, sesli ise, o kadar faydasız. Çocukları kendi haline bırakıp, oyuncak ve aktiviteye boğmazsanız, zaten onlar kendi şahsi duygusal ve bedensel gelişim hızlarına uygun oyunları kendiliklerinden buluyorlar. Ama pek çok aile bunlara dikkat etmiyor. Bir yaşına kadar (hatta çook daha uzun süre), tencere ve tencere kapağı muhteşem bir oyuncak. Kaç bebek sırtını yüzlerce liralık oyuncak yığınına dönüp, tencereyle oyunuyor? Çocuk bunu yapıyorsa, o gelişim düzeyinde buna ihtiyacı var demektir. Bunu da bize hiçbir gelişim seti söyleyemez.

Oğlum -unuttum kaç aylıktı- bütün gün yere birşeyler atardı. Sonra onların nasıl düştüğünü, parçalanıp parçalanmadıklarını, nasıl ses çıkardıklarını incelerdi. İşte geliştirici oyun bu. Fizik kurallarını öğreniyor. Ama daha önemlisi, bir sorusu var. Bir merakı var. Ve o soruyu engellenmeden sormayı, cevabını öğrenmeyi değil, KEŞFETMEYİ öğreniyor. Bu kaşık düşünce tın yapıyor, peki tabak düşerse ne olacak? Kendine veya sizin için çok değerli birşeye zarar vermediği sürece bırakın yapsın. Çocuğu değil, çevresini kısıtlayın. Ortadan değerli herşeyi kaldırın, tehlikeli şeyleri kilitleyin, köşelere yumuşak şeyler bağlayın. Sonra bırakın çocuk yaşına uygun aktiviteyi keşfetsin. Bu aktivite size çamaşırda yardım etmek olabilir. Aralıksız dört saat boyunca koşmak olabilir. Duplo seti ile gemi filosu yapmak olabilir. Ayakkabı giymeye çalışıp, beceremeyince içli içli ağlamak da olabilir.

Annesinin topuklu ayakkabılarıyla dolaşan, toka takmak, bebekle oynamak isteyen erkek çocuğa karışmayın. Kimse bu yüzden eşcinsel olmaz. Bunlar öğrenmenin alasıdır. Pazara gelsin sizinle, sebzeleri görsün, koklasın, incelesin. Beraber yemek yapın. Bu da tabi onu mama sandalyesine oturtup izletmek olabilir önce. Domatesleri önünde kesin. Malzemeleri tattırın. Sonra bir gün yumurtayı karıştırmasına izin verirsiniz. Birgün gelecek, yemek yapmaya başlayacak. Ama daha önemlisi, yemeği anlayacak. Denemesine, başaramamasına, üzülmesine izin verin. Tekrar denesin. Siz yapmayın. Bırakın o yapsın. Bırakın başarısız olsun. Neden mi? Araştırmalar bir şey daha gösteriyor: Hayatta en başarılı insanlar en zekiler değil, en AZİMLİ olanlar! Yani başarısızlıktan yılmayan, durmadan yeniden deneyenler. İşte bunu öğretmek gerekiyor çocuklara. Çünkü gerçek başarı, deneyerek, uğraşarak gelendir. Bu kolay değil ama. Düşecek. Yanında duracak, ama kaldırmayacaksınız. Çünkü kalkmayı öğrenmeli. Bir ayakkabıyı giymek için uğraşacak. Ben giydirevereyim diyeceksiniz, giydirmeyin. Bırakın denesin. Hiçbir aktivite bunu çocuğa öğretemez, yalnızca siz. Denemesine, yanılmasına, yılmamasına yardımcı olarak...

Başka kimler başarılı ve mutlu oluyor? Yine araştırmalardan gidelim. Beklemeyi bilen insanlar ve bu da çocuklukta öğreniliyor.Her istediğini, hemen almaya alışan bir çocuk, mutsuz ve başarısız bir yetişkin adayıdır. Çocuklar sabırsızdır. Onlara sabrı öğretmek bizim işimiz. Önce 3 saniye beklemeleri bile başarı iken, zamanla uzun beklemeyi öğretin. Bazı şeyleri 5 dakika, bazı şeyleri ise bir hafta bekleyebilir 3 yaşında bir çocuk. Söz verin, anlayabileceği bir zaman verin ve sonra beklemesini, beklerse değeceğini öğretin. Önce bu, sonra şu deyin. Öğrenecektir. Ama ille de zeki olsun diyorsanız, şunu da bilin. Dünyanın her yerinde okula başlayan çocukların zekası düşüyor. Çünkü o soran, merak eden, koşturan, deneyen, keşfeden çocukları bir sıraya oturtup, onlara "öğretiyoruz." Gerçek öğrenme böyle olmaz. Çocuğunuz sizi yönlendirsin.


Mesela çocuklara bir oyuncak vermişler. 7 farklı şekilde bakılabiliyormuş. Bir grup çocuğu oyuncakla bırakmışlar. Bir başka gruba ise öğretmen oyuncağın 4 farklı şekilde nasıl kullanılacağını öğretmiş. Sonra onları da bırakmışlar. Ne mi olmuş? Kendi başlarına bırakılan çocuklar, oyuncağın tüm işlevlerini keşfetmiş. Diğer çocuklar sadece 4 şekilde oynamaya devam etmiş. Bu bence eğitim sistemimizin çarpıklığının en güzel örneğidir. Çocuğunuza soru sormayı öğretmenize gerek yok. Çocuklar zaten doğal olarak savcıdan daha sorgucular. İlk yapmanız gereken şey, soru sormasına izin vermek, onu cesaretlendirmek. Çocuklarımızı rahat bırakmalıyız yani, ama başıboş değil. Soru sorduklarında, gidip beraber keşfedebilir, biz de onlara sorular sorabiliriz. Kesin cevaplar yerine, ihtimallerden bahsedebiliriz. Fikrimizi beyan ederken, "Ben buna inanyorum, ama farklı insanların farklı inanışları olabilir" diyebiliriz. Ama biz ne yapıyoruz. Çocuğun kafasının etraftan ve bizden gelen pek çok boş inanışla dolmasına izin veriyoruz. Bütün bu hazır (ve çoğunlukla yanlış) cevaplar, çocuğu sonsuza dek meraktan, araştırmaktan uzaklaştırıyor. Ama zeka da işte öyle gelişiyor. Sora sora, merak ede ede, kesin cevapları sorgulaya sorgulaya. Hadi bunun için de bir oyuncak yapsınlar! Bu denklemde oyuncakların zerre kadar önemi yok, ama siz çok önemlisiniz. Herşeysiniz. Her oyuncak sizsiniz.

Çocuklar gözlemler, görür, sünger gibi emer. SİZ matematikten kormaktan vazgeçin. Yoksa o da öğrenecek. Siz başkalarına veya ona bağırıyorsanız, o da size bağıracak birgün. Bundan emin olun. Siz çocuğunuzu bencil yetiştiriyorsanız, birgün en büyük kazığı size atacak. Siz okuyun. Çünkü çocukların kelime haznesi ve dil kullanımı (yani zekalarının büyük kısmı), ailelerininki ile kısıtlı. Şüphe edin ki çocuğunuz sağlıklı süpheciliği öğrensin. Ama zeka ile kalmayın. Bedeninizi sevin ki, o da kendi bedenini sevsin. Güzel bir dünyaya inanın ki, o da inansın. Ona yalan söylemeyin. Dünyayı kolay, güzel bilmesin. Ama dünyada güzellikler olduğunu bilsin. Ona şevkati, saygıyı öğretin, sevmeyi, paylaşmayı öğretin. Severek, şevkat göstererek, paylaşarak. Siz ne kadarsanız, çocuğunuz muhtemelen o kadar olacak. Ama bu güzel birşey. Kendinizi geliştirebilirsiniz. Kendimi geliştirebilirim. Oğlumun olmasını umduğum insan olabilirim.




Aysude Kölemen
-----------------------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder