5 Ekim 2014 Pazar

Ek gıda meselesi

Evet malum WHO 6 aydan sonra temel gıda anne sütü kalmak koşuluyla katı gıdaya geçmeyi öneriyor. Bu önerinin ana amacı bebelerin damak tadının ve sindirim sisteminin farklı besinlerle tanışması. Anne sütü alan yavrular devamlı değişen süt tadından ötürü değişik tadlara zaten alışıklar ama tabiki sindirim sistemleri için direk kabağı öğütmek oldukça farklı bir deneyim olsa gerek. Bu ek gıda konusu da emzirme uyutma vs gibi bir çok konuda olduğu gibi farklı yaklaşımlarla dolu. Ben doğal ebeveynliği benimsemiş biri olarak bazılarınız için "amma da takıntılı" sınıfına giren bir anneyim (Maalesef çocuğunuz için sağlıklı bir şeyler yapmaya başladığınız an yapmayanların/yapamayanların hışmına uğruyorsunuz bu belkide bilinçaltında suçlu hissetmelerinden veya bunu onlara yapılan bir saldırı gibi görmelerinden dolayıdır kimbilir). Ben elimden geldiğince doğal şeyler sunmaya çalışıyorum ve bu tutumumun Defne'nin yarınlarına yatırım olacağına inanıyorum yani ne yapsam kardır diyorum. Eee nede olsa eski toprak deriz ya aslımda şunu demek isteriz doğal yaşamış büyütülmüş. İşte bende en azından temelinin sağlam olması için uğraşıyorum. Bu nedenle Defneye yedirdiğin herşeyin organik olmasını sağlamaya çalışıyorum (şahsen tarım bakanlığının sertifikalarına güveniyorum). 

An itibari ile Defne 8 ayını bitirdi. Tipik yemeği şu şekilde;

Kahvaltı: yumurta sarısı, keçi tereyağ, keçi büş peyniri, 1 kaşık üzüm pekmezi (pekmezi ayrı veriyorum hatta bazen peyniri de ayrı veriyorumki tadları ayırd etsin ama yumurta sarısını tereyağ ile eziyorumki yemesi kolay olsun)

Ana yemek: düdüklüde kuzu pirzola eşliğinde pişirilmiş sebzeler (fisslerin 2.5 litrelik düdüklüsünü çok tavsiye ederim) veya et suyuna tarhana benzeri çorbalar. Bu mamalara karbonhidrat için irmik yulaf veya bulgur ekliyorum(oldukça yoğun kıvamda hazırlayıp yanında su vermeyi tercih ediyorum). Bu aydan itibaren baklagillere ve haftada bir balığa başlıyoruz.

Meyve: elma armut vs gibi yumuşak meyveleri cam rendede ezerek veriyorum. 
Kuru kayısı ve kuru eriği hafif suda pişirip tel süzgeçten geçiriyorum. Bazen hipp veya elite marka organik meyve pürelerinden de veriyorum.

Yoğurt: Altın mandıra dan haftada bir çiğ süt alıyoruz ve yoğurdu kendimiz mayalıyoruz. İnek alıyorduk ama defne için keçiye geçeceğiz umarım tadına alışırız.

Muhallebi hiç vermedim. Pirinç ve pirinç unu vermedim vermeyi düşünmüyorum. İşlenmiş şekerden 2-3 yaşına kadar uzak tutmaya çalışacağım. Kemirmesi için şekersiz sert kurabiye yaptım ve benzeri tarifleri denemeye devam edeceğim. Gelişmeleri buradan paylaşırım. Bu biraz ciddi bir yazı oldu bir dahakine daha çok eğlence yüklerim :)

12 Eylül 2014 Cuma

Bebek Yapım Bakım Onarım: Zeka Gelişiminde Oyuncakların Rolü

Orjinal yazı: Bebek Yapım Bakım Onarım: Zeka Gelişiminde Oyuncakların Rolü



Özellikle buraya kopyaladım bu yazıyı çünkü önümüzdeki yıllarda ailecek tekrar tekrar okuyup, hatırlayıp, uygulamaya çalışmamız gerekiyor. 

Bu arada Bebek Yapım Bakım Onarım blogu benim çok yararlandığım bir blog o yüzden diğer yazılarını da şiddetle tavsiye ederim.


------------------------------------------

Silikon vadisinin teknoloji dehaları çocuklarını içinde akıllı telefon ve pad olmayan okullara gönderiyorlarmış diye bir yazı okumuştum. 10 yaşına gelmiş, hala bilgisayar kullanmayı bilmiyor çocuklar. Ne mi yapıyorlar? Örgü örüyorlar mesela... Ama peki zeka geliştirmek için ne yapmalı? Hangi oyuncaklarla oynatmalı? 

Lafı uzatmayacağım. Oyuncaklar zeka geliştirmiyor! Daha doğrusu, geliştirdiklerine dair bir bulgu yok. Bunu da zaten iki dakika düşünsek farkedeceğiz. Çocuğun en iyi oyuncağı kendi bedeni ve etrafındaki insanlardır. Bol hareket araştırmalarla zeka geliştirdiği bilinen tek kestirme yol. O çocuk, o bedeni kullanmalı. Özellikle kız anne-babaları, size söylüyorum: çocuk koşmalı, hoplamalı, zıplamalı. Çocuğunuzun dizi, kolları, bacakları morluk ve yara bere içinde değilse, sokaktan döndüğünde kıyafetleri hala kuru ve temizse, muhtemelen çocuğunuz yeterince hareket etmiyor. Oyuncakların zeka geliştirdiğini bir türlü gösteremiyorlar, ama hareket etmenin zeka geliştirdiğini biliyoruz. Hatta çocuklar spor yaptıktan sonra zeka testi sonuçları yükseliyor. O derece yani... Spor dedimse, hoplama, zıplama, tırmanma, çocuğu terletecek ne varsa aklınıza gelen. Bedenini ev içinde yeterince kullanması mümkün değil. Sokağa çıkmalı. Parka gitmeli. Yorgunluktan tükenmeli. Zeka geliştiren aktivite budur. Hem okul zekasını, hem bedenini geliştirir, hem de oyun sosyal zekayı geliştirir. Elimden gelse, tüm çocukları alır dışarı çıkarır, doğaya götürürdüm.

Oğlumun ilk orman gördüğünde tam 4 saat aralıksız güldüğüne belki inanmazsınız. Kahkahalar atıyordu mutluluktan. Hangi aktivite bu kadar mutlu edebilir bir çocuğu? Çocukların oyuncaklara ihtiyacı yok aslında. Almayın demiyorum. Ben de alıyorum. Ama oyuncak basit olmalı. Ne kadar elektrikli, ışıklı, sesli ise, o kadar faydasız. Çocukları kendi haline bırakıp, oyuncak ve aktiviteye boğmazsanız, zaten onlar kendi şahsi duygusal ve bedensel gelişim hızlarına uygun oyunları kendiliklerinden buluyorlar. Ama pek çok aile bunlara dikkat etmiyor. Bir yaşına kadar (hatta çook daha uzun süre), tencere ve tencere kapağı muhteşem bir oyuncak. Kaç bebek sırtını yüzlerce liralık oyuncak yığınına dönüp, tencereyle oyunuyor? Çocuk bunu yapıyorsa, o gelişim düzeyinde buna ihtiyacı var demektir. Bunu da bize hiçbir gelişim seti söyleyemez.

Oğlum -unuttum kaç aylıktı- bütün gün yere birşeyler atardı. Sonra onların nasıl düştüğünü, parçalanıp parçalanmadıklarını, nasıl ses çıkardıklarını incelerdi. İşte geliştirici oyun bu. Fizik kurallarını öğreniyor. Ama daha önemlisi, bir sorusu var. Bir merakı var. Ve o soruyu engellenmeden sormayı, cevabını öğrenmeyi değil, KEŞFETMEYİ öğreniyor. Bu kaşık düşünce tın yapıyor, peki tabak düşerse ne olacak? Kendine veya sizin için çok değerli birşeye zarar vermediği sürece bırakın yapsın. Çocuğu değil, çevresini kısıtlayın. Ortadan değerli herşeyi kaldırın, tehlikeli şeyleri kilitleyin, köşelere yumuşak şeyler bağlayın. Sonra bırakın çocuk yaşına uygun aktiviteyi keşfetsin. Bu aktivite size çamaşırda yardım etmek olabilir. Aralıksız dört saat boyunca koşmak olabilir. Duplo seti ile gemi filosu yapmak olabilir. Ayakkabı giymeye çalışıp, beceremeyince içli içli ağlamak da olabilir.

Annesinin topuklu ayakkabılarıyla dolaşan, toka takmak, bebekle oynamak isteyen erkek çocuğa karışmayın. Kimse bu yüzden eşcinsel olmaz. Bunlar öğrenmenin alasıdır. Pazara gelsin sizinle, sebzeleri görsün, koklasın, incelesin. Beraber yemek yapın. Bu da tabi onu mama sandalyesine oturtup izletmek olabilir önce. Domatesleri önünde kesin. Malzemeleri tattırın. Sonra bir gün yumurtayı karıştırmasına izin verirsiniz. Birgün gelecek, yemek yapmaya başlayacak. Ama daha önemlisi, yemeği anlayacak. Denemesine, başaramamasına, üzülmesine izin verin. Tekrar denesin. Siz yapmayın. Bırakın o yapsın. Bırakın başarısız olsun. Neden mi? Araştırmalar bir şey daha gösteriyor: Hayatta en başarılı insanlar en zekiler değil, en AZİMLİ olanlar! Yani başarısızlıktan yılmayan, durmadan yeniden deneyenler. İşte bunu öğretmek gerekiyor çocuklara. Çünkü gerçek başarı, deneyerek, uğraşarak gelendir. Bu kolay değil ama. Düşecek. Yanında duracak, ama kaldırmayacaksınız. Çünkü kalkmayı öğrenmeli. Bir ayakkabıyı giymek için uğraşacak. Ben giydirevereyim diyeceksiniz, giydirmeyin. Bırakın denesin. Hiçbir aktivite bunu çocuğa öğretemez, yalnızca siz. Denemesine, yanılmasına, yılmamasına yardımcı olarak...

Başka kimler başarılı ve mutlu oluyor? Yine araştırmalardan gidelim. Beklemeyi bilen insanlar ve bu da çocuklukta öğreniliyor.Her istediğini, hemen almaya alışan bir çocuk, mutsuz ve başarısız bir yetişkin adayıdır. Çocuklar sabırsızdır. Onlara sabrı öğretmek bizim işimiz. Önce 3 saniye beklemeleri bile başarı iken, zamanla uzun beklemeyi öğretin. Bazı şeyleri 5 dakika, bazı şeyleri ise bir hafta bekleyebilir 3 yaşında bir çocuk. Söz verin, anlayabileceği bir zaman verin ve sonra beklemesini, beklerse değeceğini öğretin. Önce bu, sonra şu deyin. Öğrenecektir. Ama ille de zeki olsun diyorsanız, şunu da bilin. Dünyanın her yerinde okula başlayan çocukların zekası düşüyor. Çünkü o soran, merak eden, koşturan, deneyen, keşfeden çocukları bir sıraya oturtup, onlara "öğretiyoruz." Gerçek öğrenme böyle olmaz. Çocuğunuz sizi yönlendirsin.


Mesela çocuklara bir oyuncak vermişler. 7 farklı şekilde bakılabiliyormuş. Bir grup çocuğu oyuncakla bırakmışlar. Bir başka gruba ise öğretmen oyuncağın 4 farklı şekilde nasıl kullanılacağını öğretmiş. Sonra onları da bırakmışlar. Ne mi olmuş? Kendi başlarına bırakılan çocuklar, oyuncağın tüm işlevlerini keşfetmiş. Diğer çocuklar sadece 4 şekilde oynamaya devam etmiş. Bu bence eğitim sistemimizin çarpıklığının en güzel örneğidir. Çocuğunuza soru sormayı öğretmenize gerek yok. Çocuklar zaten doğal olarak savcıdan daha sorgucular. İlk yapmanız gereken şey, soru sormasına izin vermek, onu cesaretlendirmek. Çocuklarımızı rahat bırakmalıyız yani, ama başıboş değil. Soru sorduklarında, gidip beraber keşfedebilir, biz de onlara sorular sorabiliriz. Kesin cevaplar yerine, ihtimallerden bahsedebiliriz. Fikrimizi beyan ederken, "Ben buna inanyorum, ama farklı insanların farklı inanışları olabilir" diyebiliriz. Ama biz ne yapıyoruz. Çocuğun kafasının etraftan ve bizden gelen pek çok boş inanışla dolmasına izin veriyoruz. Bütün bu hazır (ve çoğunlukla yanlış) cevaplar, çocuğu sonsuza dek meraktan, araştırmaktan uzaklaştırıyor. Ama zeka da işte öyle gelişiyor. Sora sora, merak ede ede, kesin cevapları sorgulaya sorgulaya. Hadi bunun için de bir oyuncak yapsınlar! Bu denklemde oyuncakların zerre kadar önemi yok, ama siz çok önemlisiniz. Herşeysiniz. Her oyuncak sizsiniz.

Çocuklar gözlemler, görür, sünger gibi emer. SİZ matematikten kormaktan vazgeçin. Yoksa o da öğrenecek. Siz başkalarına veya ona bağırıyorsanız, o da size bağıracak birgün. Bundan emin olun. Siz çocuğunuzu bencil yetiştiriyorsanız, birgün en büyük kazığı size atacak. Siz okuyun. Çünkü çocukların kelime haznesi ve dil kullanımı (yani zekalarının büyük kısmı), ailelerininki ile kısıtlı. Şüphe edin ki çocuğunuz sağlıklı süpheciliği öğrensin. Ama zeka ile kalmayın. Bedeninizi sevin ki, o da kendi bedenini sevsin. Güzel bir dünyaya inanın ki, o da inansın. Ona yalan söylemeyin. Dünyayı kolay, güzel bilmesin. Ama dünyada güzellikler olduğunu bilsin. Ona şevkati, saygıyı öğretin, sevmeyi, paylaşmayı öğretin. Severek, şevkat göstererek, paylaşarak. Siz ne kadarsanız, çocuğunuz muhtemelen o kadar olacak. Ama bu güzel birşey. Kendinizi geliştirebilirsiniz. Kendimi geliştirebilirim. Oğlumun olmasını umduğum insan olabilirim.




Aysude Kölemen
-----------------------------------


28 Ağustos 2014 Perşembe

Defne'nin dişi çıktı!



Evet tamam biraz erken sayılır bir çok bebekle kıyaslayınca ama gelişim açısından gayet normalmiş 5.5 aylık diş çıkartmak. Defnoş sağolsun bizi yıpratmadan, kendini de çok hırpalamadan ilk dişi patlattı, yanındaki de patlamak üzere. Biraz mahmure modunda bu aralar ve arada ağlıyor ama genel olarak çok sıkıntısı yok gibi. Umarım bütün dişlerini böyle çıkarır.

Gelelim diş buğdayı geleneğine. Çok geleneksel bir insan değilimdir ama aslan burcu olduğumdan mıdır bilmem partileri çok severim. O yüzden kına da yaptım, karnı burnunda partisi de. Ivır zıvır süs hazırlamak çok hoşuma gidiyor. Fakat bu diş buğdayı organizasyonu tatil planları yüzünden çok aceleye geldi. Çok az kişiydik ama gene de Türklere yakışır bir çay soframız vardı valla.


Her ne kadar aceleye gelse de kurabiye yapmadan olmazdı. İlk şeker hamurlu kurabiye denemesini karnı burnunda partimde denemiştim ve hatta bir cesaret pasta bile yapmıştım. O yüzden malzemelerim hazırdı, sadece diş şeklinde kalıp aldım. Bir gün önceden hızlıca piştiler, süslendiler, paketlendiler. Bir de şu parti şapkaları çok şeker duruyor bebelerde diye hemen googleladım bir template bulup yaptım, çok da güzel oldu. Tabii annem olmasa Defne varken böyle işlere asla kalkışamazdım. Yalnız anneleri uyarıyorum demedi demeyin, yardım isteyin.



Bu arada taa ilkokuldan arkadaşımla 2 ay arayla doğurunca, bebeleri de doğuştan arkadaş ettik. Bu sebeple Nehirciğim de baş konuğuydu Defnoşun :)
 

Bir de şu aldığım tek dişli şey güldürdü bayaa bizi..


Gözdem de sağolsun bebeğim var uğraşamam dememiş Defne'ye ilk diş muffinleri yapmış. Desperate Housewives dizisindeki Bree Van De Kamp gibi süsleyip sepetleyip getirmiş valla :D



Teyzeden kısır&patates, babanneden börekler, anneanneden diş buğdayı gelince sofra tamamlandı. Dişi çıkaran Defne, yiyen biz olduk.

Gelelim uyguladığımız geleneklere;
Annem diş buğdayı hazırladı. Nasıl yapılıyomuş bu diş buğdayı diye merak edenler varsa en sağlıklı hali şu;
Kaynatılıp pişirilmiş buğdayı çiğ kuru yemişlerle ve kuru üzüm kuru kayısı gibi tatlı meyvelerle karıştırıyorsunuz. Daha da tatlı olsun derseniz bal ekleyebilirsiniz (biz biraz agave şurubu kullandık). Ayrı ayrı kuplara koyduktan sonra yemeden hemen önce isteyene yoğurt ekledik ve bence çok yakıştı. Kışa denk gelseydi nar taneleri yakışabilirdi yada çilek, muz eklenebilirdi.


Kuplardan birine altın sakladım ve seçmeleri için tepsiyle ortaya koydum. Bulan hediye alırmış. Küçük amca buldu altını. Yeğenine harçlıklarıyla hep hediye alan Mert üzülmedi de ben üzüldüm valla gitti harçlıklar diye ama sanırım babaanne yardıma koşacak Mert'in harçlıklar cebinde kalacak hehe..


Bir başka gelenek ise meslek seçimiymiş. Bu esnada da kafasından aşağı 32 dişi simgeleyen 32 buğday tanesi dökülürmüş ki dişleri sağlam ve sağlıklı olsun. Çağımızın mesleklerini simgelemek zor olduğundan klasik meslekleri koyduk önüne. Doktor için termometre, dişçi için diş fırçası, yazar için kitap, aşçı için kaşık, mühendis için hesap makinesi, mimar için küçük bir ev, ressam için sulu boya, televizyoncu için kumanda ve benim isteğim üzerine müzikal oyunculuğu için broadway dvd si ile amcasının isteği üzerine teknolojik meslekleri simgeleyen ipod touch. Defne birkaç birşeye dokunduktan sonra ipod touchla çok ilgilendi (simsiyah birşey neden ilgisini çekti bilmem)  sonra tahta kaşığı aldı diğer eline ve seçimini netleştirdi; food blogger ve/veya food photographer! Tamam yemek blogcusu veya yemek fotoğrafçısı da denebilir ama ingilizcesi daha havalı ve tüm diğer anneler gibi çocuğumun mesleğiyle hava atmak bir anne olarak benim de hakkım yahu :)

Biz yeni nesil meslekleri koyamadık ama bizim kız kombinledi ve tercihini ortaya koydu!


Gene toplu resim çekmeyi unuttuk ve gene harele gürele tek tek resimler çektik. Artık bir sonraki organizasyon olan 1 yaş doğumgünü partisinde daha profesyonel resimler çekeriz umarım..

Neşeli bir gün geçirdik. Yapsam mı diye düşünenlere az kişiyle de olsa yapmalarını tavsiye ederim..


12 Ağustos 2014 Salı

Mazeretim var: emzikliyim* ben.

61 kilo evlendim. 67 kilo hamile kaldım. 80 kiloyla doğuma girdim. Doğurduktan bir hafta sonra 70 kiloydum. 5 ay geçti hala 70 kiloyum.

Bu ön bilgiler ışığında bazı bulguları sizinle paylaşmak isterim. Evlendikten sonra aldığım kitchenaid mikserimin hakkını vermek için yaptıklarım bana tabiki kilo olarak geri döndü ama daha kötü birşey daha oldu; artık şeker bağımlısıyım. Beyaz unla yaptığım tuzlular ve şekerle yaptığım tatlılar bünyemi zaten tatlıya alıştırmıştı, bir de hamile kalınca bahanem oldu, yemeye devam ettim. E doğurdum, süt veriyorum kendimi kısmak olmaz derken kaldım 70 kiloda. Aslında sebze, salata çok severim ve yerim ama sonrasında tırım tırım tatlı aranıyorum evde uyuşturucu bağımlıları gibi. Emzirirken tatlı krizine girildiğini duymuştum ama bunu ancak emzirmeden önce hiç tatlı yemeyen birisi ile test edebiliriz, ben iyi bir denek değilim. 

Biliyorum ki bir kaç hafta şekerden ve şekere dönüşen boş kaloriden uzak dursam bu bağımlılığı aşacağım ama olmuyor, dayanamıyorum, kendi kendime verdiğim sözleri bozuyorum hep. Gene de eskiden tatlı olsunda ne olursa olsun diyordum şimdi çok sevdiğim bir tatlıysa yiyorum sadece. Gelişme var.. 


Sonuç: 
Tatlıya birkez alışırsanız canınız ister ama biraz uzak durmayı başarabilirseniz aklınıza bile gelmez. 

Hamilelik ve emziklik* döneminde yemeniz gereken tatlılar sadece organik bitter çikolatadır ve hurmadır. Onun dışında tükettiğiniz boş kalorilerin bebeğe ve sütünüze hiç yararı yoktur, bilakis bazılarının zararı olur. 

Süt verirken yemeniz gerekenler; 
komplex karbonhidratlar (tam buday unu, bulgur vs),
kırmızı ve beyaz et (hormonsuz ve antibiyotiksiz olanları tabiki de), 
balık (civa oranı düşük olanlar), 
bol sebze ve salata,
uygun miktarda meyve,
bol su. 

Amaaaa bunları bilmenize rağmen canınız hamburger, pasta, pizza isterse ve yakınlarınız "kilo aldım diyorsun ya hani yemesen mi acaba" derse, benim gibi gözünüzü pörtleterek "emziriyorum ama beeeen" diye çemkirmek suretiyle bunlara yumulabilirsiniz. Bunca uğraştan sonra bu sizin en doğal hakkınız :) zaten çoğu kişi size laf etmez "aaaa emziriyosun ye tabi" der.

Gene de daha önce paylaştığım bir resmi burada tekrar paylaşmak isterim. 


"Yerim annem, yerim gülüm, kime ne" durumunun gittikçe azaldığı günler diliyorum hepimize..

* İş güvenliği kanunlarında emzikli kadın olarak geçiyor emziren kadın. Çok gülüyorum bu tabire gözümün önüne ağzında emzik olan anneler geliyor.

8 Ağustos 2014 Cuma

İlk tatil ve Swimtrainer denemesi


Ailecek ilk tatilimiz Ayvalık oldu. Defnecik ilk kez ayvalık sularında denizle tanıştı. Başta soğuk olduğu için ürperdi ama hop bidi vs. gibi saçma nidalar eşliğinde yukarı aşağı hoplatmak suretiyle çaktırmadan neredeyse boynuna kadar soktuk. Alışınca da bayıldı, çıkmak istemedi. 

Ben şahsen kedi gibiyimdir; ıslaklığı hiç sevmem. Islak ev işinden, elimin saçımın ıslak kalmasından hiç hoşlanmam. Benim gibi ıslanmayı sevmeyen biri olmayacak onu anladık. 


Bu arada büyük hevesle aldığım swimtrainer hayal kırıklığı oldu. Ya biz beceremedik ya da dedikleri gibi 3 aylık ve üstü bebeklere değil de biraz daha büyüklere daha uygun. Göğüs üstü yattığı için ağzını burnunu kapattı, ben de uğraşmaktan vazgeçip kucağımda soktum. Ama duruş açısından gerçekten bacak çırpmaya uygun yapmışlar. Seneye rahatça kullanırız diye düşünüyorum.




Şimdi sırada eylül de bodrum tatili var. Orada da bol bol denize sokmayı planlıyorum.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Dünya Emzirme Haftası

1-7 ağustos Dünya Emzirme Haftasını kutluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü ilk 6 ay sadece anne sütü sonrasında en az 2 yaşına kadar ek besin ve anne sütünü tavsiye ediyor.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Emziren annenin alkolle imtihanı

Emzirmenin tek kötü tarafı heralde içki içememek. İşin ilginç yanı hamile kalmadan önce alkolik falan da değildim yani. Haftada bir, hatta bazen ayda bir içerdim. Ama istediğim her an içebileceğimi bildiğimden heralde, çok aramazdım. 

Gel gelelim ne zaman yasaklandı bu meret bana, başladım alkol aşermeye. Hele yazın.. Offff.. O sıcakta buz gibi birayı içemedim ben.. Yada sıcak bir yaz günü akşamı çıkan meltemle soğuk bir duble rakıyı.. Ya kışın? Dışarda kar, yağmur varken bir kadeh şarabı alamadım elime. İçenle güldüm, eğlendim ama aynı tadı alamadım onlarla. Hele o xuxu larım aaah ah. Her yurt dışına gidenden istediğim, gözüm gibi sakladığım xuxum. Bekle beni bir köşede sakın bozulma dedim bekletiyorum.. 

Peki ne içiyorum: 
Bir kere başıma bela gelmesin diye sövemediklerimin yasakladığı alkolsüz birayı içemiyorum öncelikle (evet yanlış okumadınız alkolsüz bira alkole teşvik ediyor diye yasaklanmış). Tüm emziren annelerin yıllardır sütünü arttırmak için içtiği alkolsuz biranın adı her geçtiğinde içimden söylediklerim bana kalsın.. 

Neyse onun yerine malt vs içecekleri denedim bööö içki havası kesinlikle vermiyor. 


Sonra birgün şansa üzüm şırası içtim. Sanki alkolsüz şarap. Bol buz koyunca pek güzel. Tamamdır cepte var 1.


Ardından gazlı malt içeceği buldum (Her ne kadar alkolsuz birayı yasaklayanların bu markanın ürününü piyasaya sürdüğünü bilsem de çok çaresizim idealist davranamayacağım). Bir tek armutlusunu beğendim (sadesi olsa daha çok biraya benzeyebilirdi tadı). Soğuk da olursa şişe bira gibi açıp deviriyorum valla :) içeriğinde çok katkı maddesi var evet ama dediğim gibi bu konuda idealist olamıyorum işte ne yapalım. Evet elde var 2.


Dün de şu elmalı içeceği buldum. Üzüm şırası kadar masum. Sadece elma ve karbonattan imal ediliyor. Şişesi de müthiş ama maltana kadar içki havası vermiyor tadı. Gene de arada gideri var. Elde var 3.



Araştırmalarım devam ediyor. Ek gıdaya geçtiğimizde emzirme aralarındaki süre artarsa belki arada kaçamak yapıp tek bir kadeh şarap yada bir şişe bira içerim belki. 
Aslında almanların meşhur gespritz ini (http://en.m.wikipedia.org/wiki/Spritzerçok az şarap ekleyerek içebilirim şu anda bile ama az alkol bile olsa korkuyorum zararı olur diye erteliyorum.

Herşey yolunda giderse Defne 2 yaşına gelene kadar emzirmeyi istiyorum. Bu durumda;

Sevgili alkol,

Sen bütün kötülüklerin anasıysan ben de dünya tatlısı bir kızın anasıyım. Yani seninle kavuşmamıza daha var. 

Sevgiler,
eski dostun..

18 Temmuz 2014 Cuma

Aman dikkat et ....... ya alışmasın

Noktalı yere bir çok şey konabilir; kucağa, kucakta uyumaya, sallanarak uyumaya, memeye, emziğe, parmak emmeye, memede uyumaya, emzikle uyumaya vs vs vs. Kısaca bebeklerin yaptığı 10-15 şeyin her biri. E o zaman koyalım bir köşeye de bekleyelim kendi kendine büyüsün. Bitki mi yahu bu? Bitkiler için bile sevgiyle konuşun yoksa ölürler demiyorlar mıydı??

Nedense en anaç kültürlerden biri olmamıza rağmen yeni nesilin bilinç altına devamlı "aman alıştırma sakın" korku tohumları atılıyor. Ben de hamileyken çok dikkat edeyim de alışmasın diyordum bir çok şey için. Nitekim tam tersini yaptım ve çok zorladım ama alışmadı mesela memede uyumaya. Bir ara ne güzel uyuyordu. Yatarak emzirdiğim için usulca kalkıyordum yanından ohh mis. O dönem "ay sakıııın"lar duydum hep. Başka türlü uyutamazmışım. Al bak uyumuyo şimdi emerken. Doyunca bırakıyor. Emzikle oyalanarak, bana dokunarak, ayaklarını üstüme atarak, etrafa bakarak uyumaya karar verdi kendi kendine. Ama memeye doymasaydı, tam uykuluyken aman alışmasın uyumasın bu halde diye çekseydim memeyi belki meme değerli kalacaktı uyku aşamasında. Bir arkadaşım demişti de çok hoşuma gitmişti; "Bu bebekler beslenirken, gaz çıkarırken, bir yerden bir yere giderken, tuvalet konusunda bize bağımlı da neden uykuya geçerken bağımsız olsunlar diye bu kadar çabalıyoruz sanki". Bir de şunu anlamıyorum; yahu bu bebek kendi kendine rahat rahat uyuyordu da ben mi uyandırıp ayağımda salladım veya sakin sakin oyalanırken kucağıma aldım. Uyumayan ve devamlı ağlayan bir bebeğe çözümleri nedir acaba bu kimselerin? Sadece yapma demekle olmuyor, ne yapılabileceğini de söyle bari (ve evet bırak ağlasın ciğerleri açılır bir seçenek değil çünkü ağlamanın stres hormonu salgılatarak büyümeyi bile yavaşlattığı bilimsel olarak kanıtlandı)

O kadar hızlı geçiyor ki zaman. Neden her anının tadını çıkarmak yerine ya yarın şu bu olursa diye bugün yapılabilecekleri yasaklıyoruz ki. Ne biliyorsun verdiğin uyku eğitimi boşa gitmeyecek 8-9 aylıkken yaşadığı ayrılık anksiyetesi döneminde. Bazı bebek ne yaparsan yap eğitim almıyor ve bazısı da eğitim vermesen de kendi kendine bir yola giriyor. E ikisinde de çabalamak saçma olmuyor mu o zaman?

Benim çocuğum uyumayan bir bebek değil önceki yazımda da anlattığım gibi (nedeni herneyse) ama sizinki uyumuyorsa, her halükarda uykusuzsanız, bari yan yana yatın, atın alışır korkularını üzerinizden huzur bulun, uyuyamasanız da dinlenin (yok ben uyku eğitimini deneyeceğim diyorsanız da kim ne karışır elbette ama tavsiyem başlayıp başlayıp yarım bırakmayın, sonuna kadar gidemeyecekseniz hiç başlamayın çünkü boşa gidince çok yıpranıyor anneler bu süreçte)

Ben şahsen 15 yaşına gelmiş ve hala anne babasıyla uyuyan veya sallanarak uyutulan birini tanımadım (klinik vakalar hariç tabiki de). Hatta öyle ki tanıdıklarımın çoğu "ay bu çocuk hiç öptürtmüyor artık" yakınmalarında bulunuyor. 

Neyseki annem ve kayınvaldemle de aynı kafadayız. Mesela kayınvaldem Reşit'i büyütürken toyluğuna gelmiş ne derlerse onu yapmış ama ikinci oğlunda iç güdülerini dinlemiş. Mesela yanında yatırmış hep. Hatta eşi ana kuzusu olacak bu dediğinde az kaldı istesen de yatmayacak bizimle demiş ve dediği de çıkmış. Şimdi çok özlüyorum o günleri sen de o yüzden tadını çıkar diyor.


Bu yüzdendir ki sen çok alıştırmışsın diyenlere cevabım evet neyseki alıştı da bol bol doyuyoruz birbirimize...


17 Temmuz 2014 Perşembe

Defne ve uyku: 0-4 ay

Bu uyku konusu çok enteresan. Doğduğu gün cin gibiydi küçük cüce. Gece de hastanede pek uyumadı ve uyutmadı haliyle. Ertesi gece eve geldik, koyduk yatağına, çığlık kıyamet. Ancak benim yanımda susuyor, tek kalınca basıyor yaygarayı. 2 gün hiç uyumamış olan ben artık dayanamadım Reşitin de ısrarıyla yanımıza aldım Defneyi. Sabaha kadar üçümüz de mışıl mışıl uyuduk. O günden sonra bir iki ayrı yatırma çabam sonuçsuz kalınca da kaldı hep yanımızda, uyuduk beraber. (Hatta geçenlerde annemle halamların yazlığına gittiğimizde bizim yataktan daha dar bir yatakta annem Defne ben yattık 6 gece. Eyvah iyi çocuğa birşey yapmadınız diyenler olduysa; ona değil bize acıyın. En bol yeri aldı hanım birde yumruk tekme dövdü bizi bol bol :))

Doğumdan sonra ilk haftalar 3-4 kere kalkıyor, uyku sersemi emiyor, uyuyordu. Sadece bazen uyandığında güneş doğmuşsa zorlanıyordu tekrar uyumakta (konuşmaktan uyuyamıyor, uyutmuyor geveze). Sonra gece 2 ye düştü sonra 1 e düştü kalkmalar ve dün ilk defa hiç kalkmadan 12 saat uyudu.. Şok şok şok.. Korktum araştırdım hasta mı acaba diye. 4. Ayda beklenen büyüme atağı böyle fazla uyku yapabilirmiş. Geçiciymiş yani. Ben de sevinmiştim geceleri artık uyanmayacak diye :) (evet buldumda bunuyorum ve nazara karşı malum yerimi kaşıyorum şuan haberiniz olsun :D)

Aslında uyanması beni hiç rahatsız etmiyor çünkü uykudan tam uyanmadığım için hatırlamıyorum bile ne zaman emdi, ne kadar emdi. Ama biraz daha büyüdüğünde yatak güvenli olmamaya başlayacak diye endişeleniyorum. Eğer hiç uyanmadan uyumaya başlarsa yatağını ayırıp güvenli hale getirmeyi düşünüyorum. Yanımıza gelmek isterse de bizim yatağın ayak ucuna bir güvenlik önlemi alıp ikimizin ortasında yatırabilirim. Heralde bizi aşıp geçtiği gün yataktan kendi kendine inebiliyor olur artık.. Baktık hiç olmuyor yatağı komple kaldırıp devasal yer yatağına geçiş yapacağız mecburen napalım :D 

Yani asıl söylemek istediğim şey şu: benimki ben ilk geceden yanıma aldım, ne zaman isterse, ne kadar isterse uyku sersemi emdi, gece hiç strese girmedi diye mi uyuyor yoksa bazı bebekler bunların hepsini uygulasan da uyumuyorlar mı bilmiyorum. Bunu ancak 2. bir çocuğum olduğunda anlarız. Ama inanıyorum ki benim yaptıklarımın uykuya pozitif etkisi var. Bebeklerin stres düzeyleri bir kere yükseldi mi sakinleştirmek çok zor oluyor o yüzden ben mümkün mertebe yükseltmedim o düzeyi ve hayır şımarmadı. Bakalım önümüzdeki aylar ne gösterecek. Daha bunun diş çıkartması korkuyla tanışması gibi dönemleri var. Görüciiiiz...


Defne en sevdiği yerlerden biri olan anneanne kucağında uyurken... (Hayır alışmadı! :) Bazen yatağında uyuyor, bazen kucakta, bazen yolda, bazen pusette)

15 Temmuz 2014 Salı

Annelik bedeni

Hamilelikle birlikte bebeğe zarar gelmemesi açısından oje sürmeyi bile bırakmıştım. Sonra da bir şekilde alışkanlık haline dönüştü bu bakımsızlık ve dudak nemlendiricisi dışında birşey kullanmaz oldum. Neyseki eşimin bakımlı kadın takıntısı yok ta bu dönem sorunsuz geçti :)

Artık Defne 4 aylık ve ben kendime gelmeye başladım. Bu hafta ilk kez yogaya gittim, saçlarımı istediğim sarı tonunu yaptırdım. Artık yavaş yavaş annelik bedenimi terkediyor. Ama tabiki ruhumda hüküm sürmeye devam edecek..



5 Temmuz 2014 Cumartesi

Bebek bezi sorunsalı ve Seventh Generation çözümü

Bazılarına göre hassas anneyim bazılarına göre takıntılı belki ama hazır bezlerin içindeki kanserojen etkisi olan kimyasalları öğrenince ben eski ben olamadım. Önce organik bebek bezlerini araştırdım. Karşıma wiona diye bir marka çıktı ama hiç bir yerde stok bulamadım. Sanırım artık getirmiyorlar. Sonra Defne daha küçük diye huggiesin organik diye sattığı yenidoğan bezlerden aldım. Evet prima premium gibi poposuna yapışmıyodu ama dikkatli araştırınca sadece dış yüzeyinin organik pamuk olduğunu gördüm (sanki dışı çok önemli). Nitekim blog araştırmalarım beni yıkanabilir bezlerle tanıştırdı. Kolay ulaşılabilir olduğu için babyneo markasının günlük setini aldım. Kutunun içinden 2 dış bez 5 iç bez çıktı. Biraz kalın olmakla birlikte gayet güzel. Hiç sızdırma yapmadı. Henüz kaka yapmadı o varken gerçi :) ama kaka sorununu da çözmüşler; liner kullan at bezler. İlk fırsatta bambino mio nun kullan at liner kağıtlarından edineceğim ve elimde kalan primaları da bunlarla kullanacağım. En azından primanın poposuna yapışmasını önler ve poposuna değen yer pamuk olmuş olur.

Ama tabi asıl önereceğim şey bu değil. Bebek bezinde doğallığın son noktası Seventh Generation marka bebek bezi. Kimyasallarla ağartılmamış ve içinde petrol ürünü jellerden değil emici gücü yüksek ağaç liflerini kullanıyorlar. Fiyatı diğer bezlerin iki katı ama o kadar emici ki diğerlerine göre çok daha uzun süre bebeğin altında kalabiliyor o yüzden tüketimi az ve aşağı yukarı aynı paraya geliyor. Ayrıca hava alan doğal bir madde olduğu için hiç pişik yapmıyor. Şiddetle öneriyorum.

             

Ana Kucağı vs Mama Sandalyesi

Hamileyken araştırmıştım chicco polly magic mama sandalyesinin hem 0+ ana kucağı hem mama sandalyesi olarak kullanıldığını öğrenince de bundan almaya karar vermıştim. Amma velakin blog okumaya devam edince gördüm ki mama sandalyesi olarak temizliği kolay olan ve her yerde bulunabilen ikea antilop öneriyor herkes. E dedim o zaman normal ana kucağı alayım mama sandalyesini de sonra alırım. Sonuç: çok pişmanım! Ana kucakları anormal alçaklar o yüzden hep masa üstüne koymanız gerek çünkü yerde ya üşür diyorsunuz yada yerden bebeği alıp koyması benim gibi bel problemi olanlar için çok zor. Üstelik balkonda koyabileceğim bir masada yok yanımıza almak dert oluyor. Keşke mama sandalyesi şeklinde olanı alsaydım diye üzülürken kraft ın fun modelini buldum. Hem fiyatı chicco ya göre çok daha uygun hem de siyah rengini çok beğendim. Salonda hiç hantal durmuyor. Defnenin babannesi hemen koştu aldı bebito için ve bebito da çok sevdi. Şimdi evin neresindeysem tekerlekleriyle itip oraya götürüyorum. Koltukta oturuyosam seviyesini düşürüyorum masadaysak masa seviyesine çıkarıyorum. Çoook büyük rahatlıkmış.


9 Haziran 2014 Pazartesi

Cahillik mutluluktur

Hamileliğimin başı gezi olaylarına denk geldi. Mayıs ayında annem ve arkadaşlarımla arkadaşımın doğumgünü için gittiğimiz Cihangirde ciddi bir biber gazına maruz kalmıştık. Biber gazı kimyasal bir silah olduğu için de teratojenik (anne karnındaki bebeğe geçebilen) etkisinden dolayı ya hamileysem diye endişe etmiştim. Neyseki o ay değilde bir sonrakinde hamile kaldım (bu arada hamileyken, elinde küçücük bebeğiyle, yaşlısıyla, çocuğuyla, köpeği kedisiyle maruz kalanlardan hiç bahsedip sinirimizi bozmayalım). Kendim de biber gazına maruz kaldığım için devam eden Gezi olayları beni çok hırslandırmıştı ama hırsımı evden idare etmek zorundaydım çünkü hamileydim. Uzun bir süre sosyal medyayı sıkı takip ettim ve gün be gün stresim, hırsım arttı. 

Artık öyle bir stres düzeyine ulaştım ki bu durumun bebeğe zararı olabileceğine karar verdim ve siyaset rejimine girdim. Twitterda takip etttiklerimi bıraktım. Facebookta çok siyasi paylaşım yapan arkadaşlarımı da takip etmeyi bıraktım. Sadece neşeli komik haberlere bakmaya başladım.  Artık alışkanlık da oldu asla haber açmıyorum. Zaten bizim haberlerde ya siyasiler bağırışıyor ya mobeseden kaza görüntüleri veriliyor yada en ağlayanından ölüm haberi veriliyor. O zamandan beri bizde sadece dizi ve film kanalları açık. Bazen okuyuveriyorum bir yorum facebookta içimden bir sürü cevap veriyorum ama yazmıyorum susuyorum çünkü yazarsam devamı gelecek biliyorum.

Peki ne değişti? Benim bence ömrüm uzadı ama ülkenin hali hala aynı..  Biraz olandan bitenden haberin olsun diyenlere  de tek sözüm var: "cahillik mutluluktur". 

7 Haziran 2014 Cumartesi

Kendim bıraktığım için herkese bıraktırasım var



Ortaokul demeye dilim varmıyor ama lise yıllarının başında başlamıştım sigaraya. En yakın arkadaşımla zorlanarak içtiğimizi hatırlıyorum havalı ve asi görünmek için..

Sonrası malum; bağımlılık.. Yıllarca ortalama günde bir paket çeşit çeşit marka sigara içtim. İçemediğim zamanlar o ana konsantre olamadım, nasıl ve nerede içebileceğimi düşündüm. Sanki hiç bırakamayacakmışım gibi geliyordu. 

Evlendikten sonra çocuk konusunu konuşmaya başladık. İşte o zaman ilk defa bırakmak zorunda olduğumu anladım. Çünkü o kadar bağımlıydım ki ne de olsa hamile kalınca içmem diyemiyordum. Ya içersem?? Eşim zaten içmiyor her fırsatta bırakmamı söylüyor. Annemin devamlı ağzında benim sigara içişim. Bir de hamileyken içersem ikisi bir olur beni yerlerdi. Hoş zaten hamile bir kadın olarak elimdeki sigaradan ve zafiyetimden utanacak gizli içecektim. İşin kötü yanı hayatta hiç birşeyi gizli yapmamış olmamdı. Karakterim olmuş artık, bir şey yapıyorsam saklamam kimseyi de konuşturtmam. Sigara içmeme laf edenleri kendi kararım diye susturuyordum ama hamileyken sigara içmenin nesini savunayım. 

İşte o zaman ne zamandır araştırdığım ilacı gidip aldım eczaneden. Kendisi champix adında bir ilaç. İlacı kullanmaya başlayınca kutunun üzerini ne zaman bırakacağınıza dair işaretliyorsunuz. Ben de tabiki herkes gibi bırakmak için son gün olan 14. günü işaretledim (yanlış hatırlamıyosam 10. günde bırakmıştım).



İlacın olayı şu: Nikotinin beyinde yerleştiği yere bu ilaç yerleşiyor ve nikotin yerleşecek yer bulamıyor. Sizde sigarayı ilk defa içiyormuş gibi bir tat almaya başlıyorsunuz. Yani iğrenç bir tat. Bu ilaç nikotin krizi yaşamadan bırakmanızı sağlıyor. Gelgelelim asıl sorun kafadaki bağımlılık. Çünkü ilacın tek yaptığı o 3-4 günlük kriz dönemini aşmanızı sağlamak. E bunu birçok insan ilaçsızda yapıyor. Fakat 6 ay-1 sene sonunda gene başlıyorlar içmeye çünkü irade kullanarak bırakmış oluyorlar. Önemli olan kafada bitirmek. Onu da Allen Carr'ın "Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu" kitabıyla çözdüm. Bu kitap olmasaydı ilaç işe yaramazdı kesinlikle tekrar başlardım (kitabı okuduktan sonra ilacın 1 aylık ilk kutusunu bile bitirmeden bıraktım ilacı da).



Bıraktığım günün tam tarihini hayırlamıyorum ama 24 mart 2013 annemin doğumgününde artık bu işin bittiğine emin olmuştum. Haziranda hamile kaldım, mart 2014 de doğurdum. Çok rahat bir hamilelik geçirdim ve emzirme dönemimde de çok rahatım. Hala içiyor olsaydım kimbilir ne stresler yaşamıştım/yaşıyordum. Bu arada sigarayı bırakır bırakmaz kahve, içki ve sigarayla içtiğim yediğim ne varsa içtim yedim. Bir müddet sonra onlardan sigarasız da keyif almaya başladım. Sigara olmadan kahve mi içilir diyen ben mis kokulu bir kahvenin tadını çıkarabiliyorum artık.

Kendim bu kabustan uyanabildiğim için o kabusun içindeki her sevdiğimi de uyandırmak istiyorum. Aslında çok kolay sadece dene diye haykırasım geliyor. Çünkü belki çok klişe olacak ama biliyorumki ben bırakabildiysem herkes bırakabilir.

Sigara içen hamilelere ve annelere selam olsun..

6 Haziran 2014 Cuma

Defne için kullandıklarım

Doğumdan önce ne almalıyım diye zilyon blog okudum. Bebek Odası yapmayacağım için sadece chicco nun park yatağını aldım (bebek odası yapmak yerine direk çocuk odası yapacağım seneye). Bir tek ikeadan şifonyer aldım. Ama doğum sonrası bizim bıcır yatmadı park yatağa. Bizimle yatması kolay olsun diye ikeadan beşik aldık ve bir tarafının parmaklıklarını çıkarıp yatağa yapıştırdık. Park yatağıda katlayıp kaldırdık ilerde belki oyun parkı olarak kullanırız.



Bu arada resimde gözüken emzirme yastığını normal doğum sonrası uzun bir süre üzerine oturmak için kullandım :) emzirmek içinse bana pek kullanışlı gelmedi. Onun yerine polar bir örtüyü rulo yapıp bağlamak suretiyle kendime özel bir yastık yaptım, kolumun altına onu koyuyorum. Bu yastığı da Defne oturmaya başladığı dönemlerde kullanmak üzere saklıyorum. Resimdeki uyku tulumunu da kullanamadım çünkü gece onunla emzirmek zor oluyordu çıkar tak uğraşamadım ayaklı tulumla yattı Defne. Bir de alt değiştirme esnasında iki büklüm olduğum için ikeadan alt değiştirme masası da hemen alındı.

Bebek arabamızı amerikadan seçmiştik; Britax b-agile travel set. Gayet memnunum tek sıkıntım araba koltuğunun base tabir ettikleri kısmı bizim arabaya sığmadı kemerle bağladık. Şimdi o kısım annemin arabasında duruyor (zaten hafta içi hep annemleyiz). O yüzden derim ki araba koltuğu alırken mutlaka arabanıza sığıp sığmayacağını kontrol edin. 

Bir de ev tipi ana kucağımız var. Baby shower da Defnenin halaları almışlardı. Fisher Price ın sevimli gezegen modeli. Bundan da çok memnunum. Defne özellikle maymuna bayılıyor ve devamlı konuşuyor onlarla. Tatile de götürmeyi düşünüyorum. Özellikle deniz kenarında çok işimize yarayacak gibi duruyor. Bakalım ilerde sandalye olarak da kullanabillecekmiyiz. 



Banyo için ikeadan küvet aldım eski bir küvetin tıkacını kullanmak için delerek giderli hale getirdim. Defneyi yıkama filesine yatırıp kovadan su dökme şeklinde yıkıyorum. Henüz kucağımda beraber girerek yıkanmayı denemedim.

Biberon ve emzik konusuna gelince. İlk 40 gün zaten emzik vermedik sonra verdik almadı. Çeşitli emziklerden sonra annem birgün chicco nun kauçuk emziğini vermeyi başardı. Tercihi kauçuk olunca biberonu da nuk un cam kauçuk uçlu olanından kullandık. Şimdi ortodontik ve küçükse silikon olan emzikleri de alıyor. Zaten emzikle arası pek iyi değil hala. Sadece uyumadan önce eğer çok toksa memeden süt gelmesinden hoşlanmayınca alıyor emziği ve uyuyunca da atıyor ağzından. Henüz beceremiyor ama parmak emme çalışmalarına devam ediyor. Sanırım o da benim gibi tercihini emzik yerine parmaktan yana kullanan bir bebek olacak.


Kıyafet olarak hamileyken gittiğim Amerika seyahatimde Carters kıyafetleri doldurup getirdiğim için kıyafet konusu sorun olmaktan çıkmıştı. 


İhtiyaç duydukça mothercare body ve tulumlarından aldım çok memnun kaldım. Bir de C&A dan 2li tulum gelmişti hediye olarak, onları da tepe tepe kullanıyorum. 

Bu arada beden konusu çok acayip. İlk günler newbornlar bile olmadığı için Acıbadem hastanesinin verdiği tulumlarla gezdi. Sonrada o kadar hızlı büyüdüki şu an 3 aylık ama 6-9 giyiyor. Artık hediye alırken doğum tarihine göre hesaplamayıp ya büyük alacağım yada anneye soracağım çünkü bizde bu çok sıkıntı oldu.

Hamileyken ne gerek var yaa dediğim ama doğumdan sonra Reşite koştur koştur aldırdığım iki şey var; hava nemlendirici ve sterilizator. Hastanedeyken Defne'nin burnu ve genzinde akıntı vardı. Hemşireler ve doktoru hava nemlendirici almamızı önerdiler. Reşit weewell marka almış. Mavi ışığı dışında memnunum. Steril etmek için de kaynatırız eski usul diyordum ama vakit bulmak zormuş. Reşite kurutuculu sterilizatör alır mısın deyince gidip mamajoo 5 i 1 yerde almış. Biberonda ısıtıyor. Sebze de haşlıyor. Sterilizasyon sadece 6 ay kullanıldığı için bu işlevlerinin olmasına sevindim. Biberon ısıtmayı çok kullanıyoruz. Biraz uzun sürüyor ama 40 derece yapıyor sütü ve bu ısıda tutuyor. Bir keresinde uzun sürüyor diye annem sıcak suda ısıtıp verdi biberonu da içmedi haspam :) illa 40 derece olacak..


Pompayı önce kiraladım ama memelerim o kadar hassastı ki acıttı kullanamadım. 2 aydan sonra Hello Baby mağazasında denetiyorlar diye gittim bir sürü marka denedim ve lansinohun yeni çıkardığı 2si1 arada modelini aldım. Çok hafif çekiş yaptığı için acıtmıyor çok memnunum. 


İlk 3 ay için kullandıklarım bunlar. İlerleyen aylarda kullandıklarımı da başka bir yazıda toparlarım artık..

5 Haziran 2014 Perşembe

Bel fıtıklı annenin dramı



Üniversitede bel ağrılarım artınca doktorum MR çektirtmişti ve bel fıtığı teşhisi koydu. Laporoskopik bir operasyon sonrası sıkıntılarım azaldı ama ara ara yokladı. Tabii bu arada hep "ay bu kız nasıl doğuracak daha bu yaşta böyle çık çık çık" lafları döndü durdu. Vallahi doğurdum ve gık demedi belim ne hamilelikte ne doğumda. Ama velakin Defneyi eğilerek yıka, bebek arabasını kaldır, arabaya koy, arabadan çıkar, tekerleklere tak derken pazartesi gecesi ansızın bel çıt dedi gitti. Ambulansla gelip kontrol eden doktor neyseki sinir kaybı olmadığına kanaat getirdi de evde iğne tedavisi ile yırttık. Yoksa bağırış çağırış nasıl giderdim hastaneye bilemiyorum. İşin kötü tarafı emzirirken sütten bebeğe geçip beyin gelişimini etkileyebildiği için kas gevşetici kullanmam yasak sadece ağrı kesici iğne oluyorum. Sütümü böyle acil durumlar için depolamadığım için çok pişmanım. Ayağa kalkar kalkmaz pompa yapıp en az bir haftalık yetecek sütü koyacağım dolaba. Eh kas gevşeticiler olmayınca 3. gün oldu ancak açılmaya başladım. Artık yatakta kendim sağa sola dönebiliyorum ve yardımla zorla da olsa tuvalete kalkabiliyorum. Bu zor günlerde tek tesellim yatarak emzirmeye benim de Defnenin de alışık olması. En azından ağrılı sancılı da olsa Defne emdi sıkıntı çıkmadı. 

Peki bundan sonra ne olacak? Bir kere britaxın araba koltuğu b-safe artık hep arabada kalacak, kaldır kondur yapılmayacak. Defne b-agile bebek arabasında araba koltuğundaki gibi bana bakarak değil de maalesef öne bakarak gezecek. 


Küvet için ayak alınacak (acaba büyüdükçe böyle yüksekte yıkanması tehlikeli olur mu? Eğilmeden çocuk nasıl yıkanır?) 


Ve Defikoyu rahatlıkla kucağımda taşıyabilmek için sırt kaslarımı güçlendiren şu bir türlü gidemediğim yoga derslerine gidilecek. 

Hatta internette gördüğüm kadarıyla bazı pozlarda emzirebiliniyormuş bile :)



Bakalım bir daha belim beni ne zaman sıkıntıya sokacak..

Bu arada olan anneanneye oldu. Torun bakıyorum derken hem torun hem çocuk bakıyor aynı anda canım benim..

Tüm analara selam olsun..

4 Haziran 2014 Çarşamba

Loğusalık




Hamileyken en çok "Anne Füsun"u merak etmiştim. Arkadaşlarımı gördükçe, dinledikçe acaba bende böyle olur muyum diyordum. Kafamda bir sürü soru vardı. 
İlk 40 gün insanları evden nasıl uzak tutacaktım? (40 gün anne ve bebeğin yalnız kalıp birbirlerine alışmaları gerektiğini okumuştum) 
Kimseyi kırmadan bebeğimi nasıl insanlardan uzak tutacaktım? (mikrop olabilir elletmeyin yazıları okumuştum)
Büyüklerin kitaplarda yazmayan koca karı öğütlerini nasıl uygulatmayacaktım? Özellikle loğusayken sinirli olup kalp kıracak mıydım? 
Ağlama krizlerine girecek miydim? 

Boşuna kafa yormuşum çünkü Defne doğduktan sonra değil insanları uzak tutmak hergün evimize biri gelsin istedim. İsteyen kucağına da aldı hiç rahatsız olmadım. 

Pipirikli anne olmamamın sanırım iki sebebi var. Normal doğum yapınca bebeğinizin ne kadar güçlü bir küçük insan olduğunu anlıyorsunuz. Zaten bizimki maşallah 3.5 kg doğdu çokta küçük değildi. Bebeğinizin güçlü olduğuna inanınca insanların onu kucaklarına almaları sizi korkutmuyor. İkincisi de bence Defne o kadar güzel ve tatlı bir bebek ki herkes bunu görsün yaşasın istedim/istiyorum. Yaşadığım duyguları paylaşmak istedim/istiyorum. 

Loğusa depresyonuna girdim mi? Bence girmedim. Evet anneme nazım geçtiği için arada sinirli sinirli konuşmuş olabilirim ama o beni anladı, affetti. Eve ilk geldiğimiz akşam altını değiştirmeyi unuttuğumu farkedince sinirim bozuldu başladım ağlamaya ama sonra bebek bakımına alışınca bir daha ağlamadım. 

Loğusa depresyonuna da sanırım üç sebepten dolayı girmedim. 
İlki, hormonlarım coşmadı. Regli dönemlerinde de çok coşmuyordu zaten (regli dönemlerini duygu yoğunluğuyla geçirenlerin daha çok loğusa bunalımı geçirdikleri söyleniyor). 
İkincisi annem de kayınvaldem de hiç karışmadılar bana hep sen nasıl istersen dediler. Fikir verdiler bazen ama hiç zorlamadılar. Ben de genelde bir müddet sonra tamam öyle yapalım dedim ve koca karı reçetelerinin işe yarayabileceğini gördüm :). Annem hep peşimde pervane oldu, her işimi yaptı, her fırsatta bebekle ilgilendi bende dinlendim. Dedikleri doğruymuş, anne olduktan sonra artık onu çok daha iyi anlıyorum. 
Son olarakta loğusa bunalımını tetikleyen yegane şeyin uykusuzluk olduğunu düşünüyorum. Tüm kitaplar ve bilir kişiler bebek uyurken siz de uyuyun tavsiyesi veriyorlar. Sana yapışık bir bebek uyuduğu anda yapmayı ertelediğin o kadar çok şey oluyorki uyumaya fırsat kalmıyor. Ben şahsen gündüzleri uyuyamadım ama gece beraber uyumaya ve yatarak emzirmeye başladıktan sonra uykusuzluğum azaldı çünkü Defne çok ayılmadan beslendiği için daha uzun uyumaya başladı.

Kısacası ben loğusa bunalımı geçirmedim ama geçirenlerden çok hikayeler duydum. Annesinin bile bebeğe dokunmasına izin vermeyen, kimselere güvenmeyen bir sürü yeni anne var. Eğer sizin de yakınınızda böyle bir anne varsa lütfen alınıp gücenmeyin ve yargılamayın. Bunun geçici bir dönem olduğunu, kişisel olmadığını bilin. Eğer loğusalık bunalımı geçiren sizseniz bunu çok normal karşılayın ve başa çıkamadığınız durumlarda profesyonel yardım almaktan çekinmeyin. Bebeklerimizin en çok bize ihtiyacı var. Kendimize iyi bakıp hep pozitif duygu durumlarında olmalıyız. Ne diyorlardı uçaklarda hani; acil bir durumda önce kendi oksijen maskenizi takın sonra çocuğunuzun..

2 Haziran 2014 Pazartesi

Emzirme meselesi




Hamileyken merak ettiğim konulardan biri de emzirmekti. "Sütüm hemen gelecek mi? Yetecek mi? Emzirme anı nasıl bir his? Ya o histen hoşlanmazsam?" Bir de gene büyük konuşmuş uzun süre emzirmem demiştim. Şu anda 2 yaşına kadar emzirmek istiyorum.

Doğumdan 2 dk sonra doktorum Baha Celal Doğan hemşirelere bebeği göğsüme koymalarını söylemişti. 10 saatlik yolculuğun yorgunluğu bile bana mısın demedi ve o minik ağzıyla yapıştı mememe Defnem (ilk yarım saat içinde emme güdüleri çok yüksekmiş o yüzden hemen emzirin diyorlar yoksa emmekte zorlanabiliyorlarmış). Defne emdikçe sütüm çoğaldı benimde. 

Gelelim nasıl bir his bu emzirme. Bir kere çok normal bir his. Eskiden emziren birini görünce kafamı çevirir rahatsız olmasın diye bakmazdım. Meğer rahatsız olan benmişim de emzirenin umuru değilmiş. Şu anda memelerim açık bile emziririm en kalabalık yerde ve zerre utanmam çünkü artık onlar benim için hiç cinsellik çağırıştırmıyor onlara bakınca tek gördüğüm kızımı besleyen biberonlar  (ama emzirmem tabi çünkü tepkilerden korkarım. Malum burası emziren anneyi kanunlarla koruyan Amerika değil hamilelerin sokağa çıkmasını tartışan Türkiye). Bir tane emzirme önlüğü edindim, toplum içinde onu örtüyorum. Defne ne zaman isterse emzirdiğim için bir kere arabaya yürürken bile emzirdim o örtünün altında kucağımdayken. Evdeysek ve sadece kadınsak zaten çok rahatım ama erkek varsa onlar rahatsız olmasın diye mememin üstünü tshirtümle falan örtüyorum.

İkincisi emzirmek anne bebek arasındaki ilk bağ. İlk başta öyle bir hisse kapıldım ki sanki emzirmezsem Defne için diğer insanlardan bir farkım olmayacak. Sanki annenin tek farkı memesinde süt olması. Loğusalık geçince bu saçma hissiyatımda geçti :) Annelerin tek özelliği emzirmek değil. Emzir(e)meyen anneler ve emziren anneleri kıyaslamak çok saçma. Çoook uzun bir yolculuk annelik ve emzirmek bunun çooook küçük bir bölümüne ait.

Gelelim nasıl emzirdiğime. Eve ilk geldiğimde klasik emzirme pozisyonu olan oturarak kucaklama şeklinde emziriyordum. Bir iki hafta içinde tutulmadık yerim kalmadı. Üstelik koltuklarda kaykılıp yamulduğum için belim, boynum, omzum ağrımaya başlamıştı. Kayınvaldem sağ olsun evinden sallanan sandalyesini getirdi de oturarak emzirmek sorun olmaktan çıktı. Peki ya geceleri? İlk geceler uyanıp salona geliyordum ve oturarak emziriyordum. Ne büyük işkenceydi... Baktım uyanıp sıcacık yataktan çıkıp içeri gitmek zor oluyor, yataktan çıkmadan doğrularak yastıkları arkama sağıma soluma sokuşturarak emzirmeye başladım ama bu da hiç rahat değildi.


Neyseki sonra emzirme sanatı kitabında gördüğüm yatarak emzirme pozisyonunu keşfettim. Yatarak emzirmeye başladığımdan beri ben de Defne de daha uzun uyuyoruz. Defne mırlanmaya başlar başlamaz ışık bile açmadan yanıma çekiyorum ve ikimizde uykuluyken emziriyorum. Bazen ikimizde uyuya kalıyoruz atıyoruz kendimizi sırt üstü uyuyoruz. Bazen de o benden önce uyuyor bende onu yatağına koyuyorum (beşiği bizim yatağa yapışık olduğundan bunu da gözüm kapalı ve fazla doğrulmadan yapabiliyorum). Bu pozisyondan o kadar memnunum ki bazen gündüzleri de bu şekilde emziriyorum. Böylelikle Defne uyuduğunda onu hiç kımıldatmadan yanından usulca kalkıyorum, kucağımda uyuya kaldığında yatırdığımdaki gibi uyanmıyor. Bu pozisyonun tek dezavantajı yan dönmüşken altta kalan memeyi ağzının seviyesine çıkartmak için biraz geriye doğru yatmak gerekiyor bu da belime biraz rahatsızlık veriyor. Arkama yastık koyarak bu rahatsızlığı azaltıyorum. Genede bence oturararak emzirmeye göre daha az zarar veriyorum vücuduma. Eğer hala denemediyseniz helede havalar sıcaksa yatarak emzirme pozisyonunu tavsiye ederim. 

Emzirmeyle ilgili sıkıntı yaşayanlar mama vermek yerine mutlaka bebek yapım bakım onarım sitesindeki Tomris'in emzirme notlarını okumalı. Ben de bir çeşit emzirme kampı uyguladım, gak dese emzirdim guk dese emzirdim. Doktorumuz 3-4 saatte 1 emzir diyor, tabi tabi diyorum gene bildiğimi okuyorum :) Bence sık emmesi aç mideyi doldurmasından daha iyi. Zaten kusmaları da azaldı.. Doktorlar bile kendi aralarında anlaşamıyorlar. Birinin söylediğine diğeri yanlış diyor. O yüzden çocuk büyütürken bilimsel bilgiler eşliğinde iç güdülerini dinlemeli anneler...